kayıp ruhlara; sizin parıltınız ne?
‘’ Yaşlı bir balık başka bir balığa sorar; -Okyanus nerede? Okyanusu arıyorum. +Okyanus burası, bu zamana kadar okyanusun içindesin. - Hayır ben sadece sudayım, okyanusu arıyorum. ''
İnsanların bir kısmı ömrünün belli bir dilimini kendisini arayarak geçirir. Ne yapmalıyım? Neden yaşıyorum? Ne için var oldum? Peki gerçekten bu dünyaya bir şey yapmak için mi geldik? Tutkuyla tek bir şeye bağlanmalı ve hayatımız boyunca onu mu yapmalıyız? Tek amacımız, tek gayemiz bu mu olmalı?
Joe Gardner'ın hikayesi bu konuda bize yol gösterebilir.
Soul filmi özellikle yetişkinlere yönelik yapılmış bir Pixar yapımı animasyon. Joe ve onun iki dünya arasındaki hayatını anlatıyor. Joe bir müzik öğretmeni ama en büyük hayali bir caz grubunda çalmak. Hayatının tamamını ve her anını müzikle doldurmuş birisi. Ancak bir gün, belki de tam hayallerine kavuşacağı gün hiç beklemediği bir dünyaya yolculuk yapıyor ve orada yaşadıkları sayesinde hayatının parıltısını buluyor.
Filmi izlerken kafamda sürekli bu soru dönüyordu. Benim parıltım ne? Buna birden fazla cevap verebilirdim ama tam anlamıyla ben bunun için yaşıyorum, hayatımın sonuna kadar bunu yapmak istiyorum diyebileceğim bir cevabım yoktu. Film bittikten sonra fark ettim ki aslında böyle bir cevaba ihtiyacım da yok.
Hiçbirimizin bu dünyaya herhangi bir borcu yok. Hiçbirimiz hayatımız boyunca inanılmaz başarılara imza atıp daha sonra kendimizi ölümün kollarına atmak için var olmadık. Hiçbirimiz bu hayata tek bir şey için gelmedik çünkü bu hayatta tek bir şey yok. Bizi biz yapan şeyi çoğu zaman düşünüyor olabiliriz ama bizi biz yapan bir şey yok. Bizi biz yapan birçok şey var. Tıpkı yaşamın tek bir anlamı olmadığı gibi. Herkesin penceresi farklı bir yaşama bakıyor.
Bazen tüm bunlara o kadar kafa yoruyoruz ki bir şeyi unutuyoruz; yaşamayı.
Hayaller, umutla beklenen başarılar, iyi bir iş, iyi bir okul, mutlu bir aile kurmak... Omuzlarımıza yüklediğimiz tüm diğer şeylerle beraber yürüyemez duruma geliyoruz ve hiç beklemediğimiz bir anda, tıpkı Joe gibi kendimizi boşlukta bulabileceğimizi unutuyoruz. Yani her şey gibi hayatın da bir sonu olduğunu.
Hayatın derin anlamları, ulaşılması gereken yüksek noktaları yok. En sevdiğiniz yolda en sevdiğiniz kişiyle en sevdiğiniz şarkıyı dinlemek de hayatınızın bir parıltısı. Kendi mutfağınızda pişirdiğiniz kek, sizi gülümseten birisi veya bir an da...
Aslında hepimizin gündelik hayatında yaşadığı ama yaşarken değerini anlayamadığı tüm o anlar.
Bazen başarmak için çırpındığınız, deliler gibi uğraştığınız, bu olursa artık tamamdır dediğiniz o şey gerçekleştiğinde ‘’Eee şimdi ne olacak?’’ diyorsanız eğer bir yerlerde sorun var demektir. Bu sorun hayatınızı tek bir şeye bağlamış olmanızdır muhtemelen. Çünkü bu dağın bir sonu yok. Şarkıda da dediği gibi;
‘’ orada her zaman başka bir dağ olacak,
her zaman onu hareket ettirmek isteyeceğim
her zaman zorlu bir görev olacak
bazen kaybetmek zorundayım
buraya ne kadar hızlı geldiğimle alakalı değil
diğer tarafta ne beklediğiyle alakalı değil
bu bir tırmanış. ‘’
Ömrümüzün büyük bir dilimini hayatımızın parıltısını arayarak geçirmemize gerek yok çünkü o ilk nefesimizden son nefesimize kadar bizimle birlikte. Parıltımız yaşamın ta kendisi. Her bir günümüz, yaptığımız her basit eylem, gözyaşlarımız ve kahkahalarımız, ölüme çok yakınken gözlerimizin önünden geçen o film bizim parıltımız.
Bazen insan birisi söyleyene kadar fark edemiyor, şimdi ben size söylüyorum; okyanusu düşlemenize gerek yok çünkü hepimiz okyanusun içerisindeyiz zaten.
Yorumlar
Yorum Gönder